Elif ARAÇ
Enerji güvenliği kavramı, 1973 Petrol Krizi sonrasında önem kazanarak uluslararası iş birlikleri ve ittifakların ana çatışma noktasını oluşturmuştur. Petrol zengini bölge statüsünde olan Ortadoğu Bölgesi değişen güç dengelerinin sonuçlarının net bir şekilde gözlemlenebilmesi sebebiyle bu çatışmaların en yoğun yaşandığı bölgedir.
2010 yılı sonrasında Amerika Birleşik Devletleri (ABD), bölgede uzun yıllardır üstlenmekte olduğu güvenlik elçisi rolünü yerel güçlere devrederek bölgeden aşamalı olarak büyük ölçüde çekilmesiyle birlikte, ortak çıkarlar ve kazanımlara sahip olan Çin’in bölgedeki Dış Politikasının etkileri tartışılmaya başlanmıştır.
Çin son dönemde oluşturduğu güvenlik politikaları enerji arz güvenliği ve sürekliliği çevresinde şekillendirmektedir. Enerji güvenliğine odaklanmasına yol açan en önemli husus ise, arz güvenliğine ilişkin sorunlara ilaveten, yakaladığı ekonomik büyüme trendinin ortaya çıkardığı enerji açığıdır. Şöyle ki; 1993 yılına kadar petrolde kendi kendine yeterli olan Çin, bu tarihe kadar ciddi bir enerji güvenliği sorunu yaşamamıştır. Ancak büyüyen ekonomisine bağlı olarak Çin’in enerji ihtiyacı bu tarihten sonra hızlı bir artış̧ kaydetmiştir. 1993 yılında günde 4 milyon varil petrol üreterek toplam tüketimini kendi kaynakları ile karşılayan Çin, 2020 yılında günlük 14,43 milyon varil petrol tüketmiş̧ ve bu tüketiminin yaklaşık 10 milyon varilini ithalatla karşılamıştır.2020 yılı itibariyle ithal petrole olan %65 civarındaki bağımlılık Çin açısından önemli bir ulusal güvenlik meselesidir. [1]Çağın teknoloji ve üretim devi unvanına sahip olan bir ülkenin enerji kaynaklarındaki potansiyelbir güvenlik açığı niteliği taşıması sebebiyle, Çin enerji kaynaklarını çeşitlendirmek ve petrol ithalat sürecini güvenli ve kesintisiz bir zemine taşıma sürecini Dış Politikasını şekillendiren ana etmen olarak belirlemiştir.
2020 yılı itibariyle Çin’in toplam petrol ithalatının yaklaşık %55’ini karşılaması sebebiyle Körfez bölgesi Çin enerji güvenliğinde çok önemli bir yere sahiptir. Çin’in Körfez petrol kaynaklarına olan bağımlılığın aratarak devam etmesinin üç temel nedeni bulunmaktadır; coğrafi yakınlık, rezerv bolluğu ve bazı ülkelerdeki petrol tedarikinin politik gerekçelerle zorlaşması. [2]

Çin’in Körfez Bölgesine yönelmesinin nedenleri incelendiğinde, özellikle boru hattı taşımacılığının politik ve maddi zorluğu ve Pakistan üzerinden oluşturulan petrol hatlarına Çin’in yatırımı göz önünde bulundurulduğunda Körfez Bölgesi’ne yönelmesi ve kesintisiz enerji talebinde bulunması kaçınılmazdır.
2010 sonrası döneme bakıldığında, ABD’nin kendi ülke sınırlarında keşfettiği yeni petrol sahalarının etkisiyle; bölgeye olan enerji bağımlılığının sona ermesi ve Çin’in bölgedeki kontrolünü dengelemek amacıyla Asya Pasifik Bölgesi’ne yoğunlaşmasıyla beraber güvenlik mimarisinde ve enerji paylaşımı konusunda Körfez Bölgesi’nde yeni bir harita çizilmiştir.
Bölgedeki güç faktörlerine bakıldığında; Irak, Suriye ve Mısır’ın iç savaşlar ve karışıklıklar sebebiyle mevcut yarıştan çekilmesiyle beraber, güç dengeleri İran ve Suudi Arabistan arasında rekabete bağlı bir zemine indirgenmiştir. İki devlet arasındaki her geçen gün artan güç yarışının Vekalet Savaşları’nın enerji kaynak ve altyapılarına sıçraması sebebiyle Körfez petrolünün en büyük ithalatçısı Çin’in arz güvenliğini ciddi boyutta tehdit eden bir denklem oluşturmaktadır.
ABD’nin güvenlik şemsiyesinin etkinliğinin azaldığı ve Çin’in tek başına bölge güvenliğini sağlama kabiliyetine sahip olmadığı bir ortamda Çin, her iki aktörle de yakın ilişkiler geliştirerek enerji ihtiyacını güvene almaya çalışmaktadır. Bu durum Çin dış̧ politikasında jeostrateji ile ekonomi arasında tercih yapmanın zorluğundan kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla Çin’in aktif tarafsızlık politikası öne çıkmaktadır.[1] İki ülkenin de halihazırda sunduğu jeopolitik avantajlardan faydalanmak isteyen Çin, güvenlik açığı yaratmasına ve ülkeler arasındaki anlaşmazlığın her geçen gün arttığı bir atmosfere rağmen tarafsız bir yaklaşımı tercih etmektedir.
1979 İran Devriminden itibaren Çin ile İran arasındaki diplomatik ilişkilerin süregelmesi ve iki ülkenin de ABD’nin tek kutuplu siyasi konjonktür oluşturma çabasının bölgedeki kalıcı barışı tehdit ettiği konusunda hemfikir olmalarına ilaveten gelecekte Çin’in bölgede olası bir askeri güç arttırma stratejisinde İran müttefikliğine olan ihtiyacı Pekin-Tahran hattındaki iş birliklerinin ve dostane ilişkilerin devam etmesindeki öncelikli faktörleri oluşturmaktadır.
Diğer bir yandan Suudi Arabistan- Çin ilişkilerine bakıldığında ise, İran’ın aksine geç başlayan ve enerji alanındaki iş birliği üzerine kurulu olan diplomatik temaslara sahiptir. İki ülke arasındaki anlaşmaların karşılıklı ekonomik çıkarlar üzerinden ilerlediği söylenebilir.

Suudi Arabistan’ı Çin dış politikası açısından ön plana çıkaran en önemli husus, Suudi
Arabistan’ın dünyanın en güvenilir petrol tedarikçisi olmasıdır. [1] Halihazırda Avrupa Birliği ve ABD tarafından yaptırımlar uygulanan İran karşısında, Suudi Arabistan’ın müttefikliğini kaybetmemek Çin’in enerji arzı devamlılığı açısından büyük bir öneme sahiptir. İran’ın jeostatratejik, ittifakını ve Suudi Arabistan’ın güvenli bir tedarikçi kimliği ve ekonomik iş birliklerini kaybetmeyi göze alamayan Çin, sergilediği politik tutumu iki tarafa eşit koşullar ile yaklaştığı aktif bir tarafsızlık üzerine inşa etmiştir.
Körfez Bölgesi’nde 2010 yılında ABD’nin askeri güçlerinin kademeli olarak çekilme kararı ve bölgedeki diğer ülkelerin (Mısır, Irak) politik istikrarsızlığının bir sonucu olarak İran ve Suudi Arabistan bölgedeki enerji piyasasında iki güç olarak kutuplaşmıştır. İki ülke arasındaki rekabetin her geçen gün yoğunlaşarak vekalet savaşlarına dönüşmesinin ardından bölgenin en büyük müşterisi konumunda olan Çin, kesintisiz enerji arzı güvenliği korumak amacıyla özellikle ülkelerin enerji hatlarına yönelik saldırılarını engellemek ve bölgedeki tansiyonu düşürmek amacıyla politikalar uygulamaktadır. Askeri doğrudan bir müdahaleyi doğru bir politika olarak değerlendirmemesinden dolayı aktif tarafsızlık politikasında ısrarcı olan Çin’in son zamanlarda Kızıldeniz ve Basra Körfezi’ndeki tatbikatlara katılması ve İran’ın ŞİÖ üyeliğine onay vermesi; yakın süreçte diplomatik gösteriler olarak nitelendirilmesine karşın Batı Blokunun Asya Pasifik Bölgesi’ne yönelik politikalarının her geçen gün genişlemesiyle birlikte değişecek güç dengelerinin, Çin’in Suudi Arabistan- İran hattında yürütmekte olduğu aktif tarafsızlık ve eşit yaklaşım politikalarına ve Körfez Bölgesindeki kırılgan yapıya etkisi olacağı söylenebilir.
[1] Acar, N,’ İran-Suudi Arabistan Rekabeti Karşısında Çin Dış Politikası’, sf.192.
[2] Acar, N, İran-Suudi Arabistan Rekabeti Karşısında Çin Dış Politikası’, sf.194.
[3] Acar, N.,’ İran-Suudi Arabistan Rekabeti Karşısında Çin Dış Politikası’, sf.201.
[4] Scobell ve Nader, ‘China in the Middle East,’ sf. 35.
Kaynaklar
- Acar, N. (2022). İran-Suudi Arabistan Rekabeti Karşısında Çin Dış Politikası. Türkiye Ortadoğu Çalışmaları Dergisi,9 (1), 187-216. DOI: 10.26513/tocd.994303.
- Alagöz, Emine Akçadağ̆. “Çin’in Enerji Güvenliğinin Iran ile İlişkilerine Etkisi.” Turkish Yearbook of International Relations 47 (Mayıs 2016).
- Scobell, Andrew ve Alireza Nader. China in the Middle East: the wary dragon. Santa Monica: Rand Corporation, 2016.